Türkçe Gibi Kürtçeyi de Allah Yaratmıştır
‘Kürtler ne istedi de vermedik?’
Zalimane politikalarını taklit ettiğimiz Fransızların bile artık büyük oranda arkalarında bıraktıkları asimilasyoncu mantalite ile bakarsak, uygulamada olmasa da kâğıt üzerinde Kürtlerin eşit vatandaş olduklarını varsayıp bu soruyu bir cehl-i mükap kibri ile sormamız mümkün. Ancak bazen eşitliğin adaletsizlik sebebi olabileceğini ya da bizim eşitlik olduğunu düşündüğümüz şeyin aslında eşitlik olmadığını da anlamaya kendimizi zorlamamız lazım.
Kürtlere, Alevilere vs. pozitif ayrımcılık gibi sosyo-politik kültürümüz ve seviyemiz için fantezi sayılacak arayışlara girmeden, isterseniz sadece eşitlik üzerinden ilerleyelim. Kürtler bu ülkede eşit midir? Bu soruya, tipik bir Türk milliyetçisi “Evet, Kürtler bu ülkede cumhurbaşkanı, başbakan, vekil, sanatçı, profesör vs. her şey olabiliyorlar” deyip “elbette eşitler” cevabı vermekte tereddüt etmeyecektir. Ancak bunun Kürtlere ekstra maliyetini hiç hesaba katmayacaktır. Zira, bu ülkede Türklük temel normdur, normal olandır, olması gerekendir. Tabiri caiz ise “Türkiye’de her insan Türk olarak doğar, sonra onları anne-babaları Kürt, Çerkes, Boşnak, Laz, Gürcü vs. yapar.” Bunu elbette bu açıklıkta söyleyen yok ama davranışlarımızın alt okumaları bunu önerir. Normal olan Türk-cell’dir, Digi-Türk’tür, Ata-Türk’tür. Ata-Kürt lafını ağzına alan Ahmet Altan’ı bu yüzden perişan etmiş bir ülkeden bahsediyoruz.
Bir Kürt, Türklüğe asimile olur, çok iyi ve aksansız Türkçe konuşur, Kürtlüğünü mümkün olduğunca gizlerse elbette bu ülkede her şey olabilir. Muhtemelen, bir Uygur da Çin’de aynı şeyleri Çince ile ilgili yaptığında pek çok yere gelebilmektedir. Mesele, kendin olarak, yani farklı tarihin, kültürün, dilin ve etnik kimliğin ile kamusal alan ve mekânda boy gösterip gösteremeyeceğin ve ayrımcılığa uğrayıp uğramayacağınla ilgilidir. Uygur benzetmesi bazılarını “Biz işgalci miyiz” diye kızdıracaktır. Elbette hayır ama bu durumumuzu daha iyi yapmaz. Kürtler 1071’de ‘biz’ (Atalarımın asimile olmuş Trabzonlu Rumlar olmadığını varsayıp, bir Rum çocuğu olmadığımı farz edersem!) geldiğimizde burada idiler, bize fetihte yardım ettiler, Kurtuluş Savaşı’nda beraber şehit olduk. Ama bunlara rağmen onların dillerini, kültürlerini, tarihlerini, etnisitelerini devletimiz yok etmeye çalıştı ve biz de bunu seyrettik. En kötü memurlar sürgün için onların beldelerine yollandılar, onlara berbat muamele ettiler ve bu bize normal geldi. Devletlularımız “Kürtçe yoktur, Kürtçe ile edebiyat olmaz” vs. diye onları aşağılayıp durdu, hiçbir şey hissetmedik. En azından, bu hissiyatsızlığımız için bir özür borcumuz yok mudur?
Sadece, Kürtçeden başka dil bilmediği için (çünkü okula hiç gidememiş) Kürt annelerin, hapse düşen evlatlarını ziyaretlerinde onlarla Türkçe bilmedikleri için sadece bakışıp, koklaşıp, konuşmalarına izin verilmeden evlerine (kendilerini hayvan muamelesi görmüş gibi hissederek) dönüşlerini hissetmeye çalışın.
Kürtler, kültürleri ve dilleri (ki Türkçe gibi Kürtçeyi de Allah yaratmıştır, yok etmeye çalışmak günahtır) yok olmasın istiyorlar. Devlet, bu ve talep olan başka dillerde eğitim imkânını, Türkçeyi de öğrenmek şartı ile vatandaşlarına sunmalıdır. Hastanelerde vs. başka resmi kurumlarda Kürtçe vs. hizmet verme seçeneği de olmalıdır. Bunlar ülkeyi bölmez. Olmaması ise, belki de zaten böldü; boşuna konuşuyoruz. Pek çok ülkede bu tür uygulamalar, sonradan göç etmiş birkaç yüz binlik gruplar için bile vardır. Bunlar olmadıkça, Kürtlere “Ne istediniz de vermedik” kibirli sorusunu sormaya kimsenin hakkı yoktur.
İhsan Yılmaz