Türk Dizilerindeki Irkçılık !
Film yapımcıları dönem dönem devletin Kürd sorununa bakışıyla paralel üretim yapmaya çalışsalar da, genel hatlarıyla Kürd halkını “aşağı, hor, ilkel, alt kültür” göstermekten kaçınmıyor. ‘Tek Türkiye, Şefkat Tepesi, Ölümsüz Kahramanlar, Kurtlar Vadisi, Sakarya Fırat’ dizileri Kürdleri potansiyel ‘terörist’ olarak hedef göstermektedir.
‘Karagül, Sıla, Adını Kalbime Yazdım’ gibi diziler de Kürdlerin, sosyal ve kültürel değerlerini aşağılıyor. Romanlar “ayakçı, vurdumduymaz, hırsız” olarak karakterize edilirken, Lazlar ise “hızlı konuşan, ne dediği anlaşılmayan, komik” tiplemeler ile yer ediniyor. Rum kadınları “gözü dışarıda” olarak lanse edilirken elbette tüm bunların yanısıra filmlerdeki Türk tipi ise ’üstün değerlere sahip ve diğerlerini terbiye etmek üzere varlık bulan’ karekterler olarak arzı endam ediyor.
Türk sinema sektörünün toplumun ötekilerine karşı barış dili yerine nefret dilini tercih etmesinin sonuçlarından biri de linç kültürü oldu. Her dizide birkaç yüz ‘kötü kişiyi temizleyerek Türklüğü ve Türkiye’yi koruyan’ Polat Alemdar karakteri Ortadoğu’nda idolleştirilmek istenirken, Kurtlar Vadisi, Tek Türkiye gibi dizileri izleyen toplum, şiddetin üst boyutu olan linç kültürünü, ırkçılığı içselleştirerek, dizide “kötü, vatan haini, düşkün, devlete karşı” gibi lanse edilen ülkenin ötekilerini medyadan öğrendikleri tekniklerle yok etmeye kalkışıyor. Kurtlar Vadisi ilhamlı cinayetlerin sayısının birkaç düzineyi bulduğu dikkat çekerken, gazetelerin 3. sayfalarında “Polat Alemdar’a özendi, arkadaşının boğazını kesti“ türünden haberler klasik rutinler arasında yer aldı.
Kültürel ve sosyal değerlerin aşağılanmasının amaçlarından biri de, hedef seçilen kitlenin değerlerinden uzaklaştırılması olarak dikkat çekiyor. Öyle ki bu dizilerin yarattığı algı yüzünden Kürd çocukları Kürdçe konuşmaya “köylülük, gerilik” gözüyle bakarken, kamusal alanda Kürdçe konuşmanın “tehlikeli bir eyleme“ dönüştüğü gözleniyor. Bu şekilde kültürel asimilasyonun hız kazandığı, eğitim dili olarak kullanılmayan Kürd dilinin ciddi tehdit altına girdiği gözleniyor. Tüm bunların yanısıra Kürdçe konuşan veya şarkı söyleyen Kürdlere yönelik işlenen ırkçı cinayetlerin sayısı da giderek artıyor.
Dizi figürleri gerçeği yansıtmıyor
Türk dizilerinin neden olduğu toplumsal sonuçları yazar, gazeteci ve oyuncularla konuştuk. Kürd yazar Ferzan Şêr, Türkiye’de ırkçılığın her alanda yaygınlaştığını vurgulayarak, mevcut sistemin kendisi dışındaki farklılıkları reddettiğini belirtti.
Toplumdaki sinema algısının siyasal iktidara göre değişiklik gösterdiğini fakat Kürdlere bakışın aynı olduğunu dile getiren Şêr şöyle devam etti: “İstisna olan Yılmaz Güney’leri çıkarırsak bu böyle oluyor. Kemalistler döneminde öğretmen figürü üzerinden aydınlanma eksenli karakterler yaratıldı. Şimdi AKP döneminde İslami kesimden karakterler var. Ancak her iki yaklaşım da Kürdleri hor görüyor. Yöresel giyinen, şiveli ve kaba Türkçe konuşan, kadınlara köle muamelesi yapan karakterler hala devam ediyor.” Türklerin, Kürdleri görmek istediği şeklide sinemada tezahür ettiğini ifade eden Şêr, “Türk toplumu Kürdleri nasıl görüyorsa sinema da öyle tezahür ediliyor. Kürdler, Türklere köylü olarak aktarılıyor” dedi.İzleyicilerin dizi seyrederken eleştirel yaklaşmadığına vurgu yapan Şêr şunları söyledi: “Karagül dizisinde asker figürü var. Hümanist, iyi, yardımsever gibi kendi gerçek algısından koparılıp yüceltiliyor. Bu yaklaşım ise Kemalizm etkisindendir.” Kürd aydınlarının da tepki göstermesine rağmen bu yaklaşımlara benzediğine dikkat çeken Şêr, “Kürd aydınlarında buna tepkisel bir duruş olsa da bir benzeme de söz konusu. Kürd yazarları kelimeleri kabalaştırıyor ve bu kültürel kodlarla inşa ediliyor. Niyet saf olabilir ama pratikte farkında olmadan bir geçiş oluyor” dedi.
Sorumluluğu sadece senaristlere ya da yapımcılara yüklenmesinin eksik olacağını aktaran Şêr, “Türk toplumu tamamen masum, böyle bir şey istemiyor. Ama sinemacılar böyle yapmaya çalışıyorlar diye bir şey yok her ikisi de birbirlerini besliyorlar. Ötekileri dışlama algısı inşa edilmeye çalışılıyor” diye belirtti. Kürdlerin bu duruma verdikleri tepkinin yeterince anlatılamadığının altını çizen Şêr, “Devletsiz uluslar kurumlara sahip değil. Devlet ise fazlasıyla imkanlara sahip. Konferanslar, seminerler veriyorlar. Yüzlerce gazete var. Kendi ürettiği bilgiyi çok çabuk ve yaygın bir şekilde dolaşıma koyup kurumsallaşıyor. Ama Kürdlerin bu duruma karşı gösterdikleri tepki yeterince dolaşıma girmiyor. Bu durumu deşifre edecek bilgi sistemleri oluşturulmadıkça bu şekilde devam edecektir. Kürdlerin haliyle bu duruma duydukları rahatsızlık devam edecektir” dedi.
Kötü karakterleri Doğulu gösteriyorlar
Uzun yıllar Türkiye’nin ulusal medya kuruluşlarında gazetecilik yapmış olan Tuğrul Eryılmaz ise, ötekilerin dışlanmasının Yeşilçam geleneği olduğunu savunarak, kötü insanların genellikle ötekilerden seçildiği vurgusunu yaparak şöyle konuştu: “Kötü insanlar genellikle Yahudi ya da Ermeni olurdu. Aksanlarıyla konuştururlardı. Şimdi ise etnik tartışmalar ortaya çıktığından beri bu sefer de kadına şiddet uygulayan herkesi Sünni Türklere dokunmamak için Doğulu gösteriyorlar. Mesela Karagül dizisinde kadına yapılmadık şey kalmadı.” Filmlerin toplum tarafından izlenmesinin zihinsel ve siyasal iklimle ilintili olduğunu dile getiren Eryılmaz, “Medya şu an var olan önyargıları pekiştiriyor. Şiddet toplumunda yaşıyoruz ve bu senaryolar iş yapıyor. Yapımcı buna karar veriyor. Ötekileri incitecek karakterleri sunmaktan geri durmuyorlar. Yapıp yapıp ‘halk istiyor’ diyorlar. Rekabetçi sistemde kimse bunu düşünmüyor. İnsanlara farklı düzgün bir şey verilirse belki izler insanlar. Televizyon şu an ki sistemin temellerini güçlendirmek için bombardıman yapıyor. Sosyal sorumluluk tüm Batı ülkelerinde var ama Türkiye’de yok” şeklinde konuştu.
‘Yapımcılar reyting uğruna halkları dışlıyor’
Toplumun ötekilere bakış açılarının ön yargılardan ibaret olduğunu dile getiren Kürd oyuncu Mekiye Kızılkaya ise senaryoların gerçeği yansıtmadığını, bölge halkının mağaralarda yaşamadığını, vurgulayarak şöyle söyledi: “Bu ön yargıları da topluma lanse eden yapımcı kuruluşlardır. Toplumun aslında sahip olduğu bu ön yargıları tasvip eder bir hal almış çoğunlukla inandırıcı olmuştur aslında. Bu yapımcı kuruluşlar da lanse ettikleri bu olgulara çok vakıf değiller ama işlerine gelir, çünkü kitlelerin ne düşündüğü ile birebir örtüşecek projelerin sergilenmesi onların reyting kaygılarını kısmen de olsa ortadan kaldıracak ölçüdedir ve bundan ekonomik rant sağlamayı düşünürler.”
‘Kürd kadını barış elçisidir’
Kadınların dizi ve filmlerde “köle” gibi gösterilmesinden rahatsızlık duyduğunu ifade eden Kızılkaya, Kürd toplumunda kadına verilen değerden bahsederek, “32 yıldır bölgede yaşıyorum. Maddi imkanı olup da kızını okula göndermeyen, hiç evden çıkarmayan, zorla evlendirmeye çalışan ailelere az rastladım. Üstelik bu sadece Doğu’da yaşanılıyormuş gibi gösteriliyor. Bu durum tüm Türkiye’de var. Kürdlerin kadınlarını insan yerine koymadıklarını düşünüp öyle göstermeye çalışırlar. Aslında Kürdlerin kadınlarına çok değer verdiklerinin ve çoğu zaman akan kanı durduracak kadar söz hakkına sahibi olduğu çok iyi biliniyor. Kürd kadınları beyaz tülbent ile başlarını örterler. Eskiden Kürd aileler arasında bir husumet olduğunda beyaz tülbentli kadınlar meydana çıkıp tülbentlerini yere atıp giderlermiş. Bunun üzerine aileler hiçbir şey demeden barışırlarmış. Yani kadın bir nevi barış elçisidir Kürd toplumunda” şeklinde konuştu.
Erkeklerin yüceltilip kadınların ezildiğini ifade eden Kızılkaya, “Sonuç olarak toplumun büyük bir kesimi ne düşünüyorsa onu sahneleyip bir tarafı yüceltirken birçok kesimi de yerin dibine sokmanın gayretindeler. Rasyonel düşünenler bu tarz senaryolara itibar etmeyip tepkisini göstermesi gerektiğini düşünüyor ve insanların ezber kalıpları aşıp daha çok araştırmaları gerektiğini söylüyorum” dedi.
‘Hor gösterilmeye karşı çıktığım için rol vermiyorlar’
Türk dizilerindeki ırkçı yaklaşımları kabul etmediği için kendisine dizilerde rol verilmediğini söyleyen Kürd oyuncu Zelal Gündüz, dizilerin yayınladığı kanalların konuları genelde kendilerinin belirlediğini aktararak, “Çok klişe bir omurga yaratılır ve her şey bu omurga etrafında dönmeye başlar. Tamamen kazanca endekslidir ve bu yüzden de gereğinden fazla uzatılır” diye konuştu. Dizi seyircilerinin kanal ve yapım şirketlerince sınıflandırıldığını ifade eden Gündüz, bu sınıflandırmayı şöyle açıkladı: “ A grubu eğitim ve sosyo-ekonomik olarak en üst seviyededir. TV seyircisi değildir, dolayısıyla dizi yapımcılarının ilgi alanlarında da olmazlar. Sinema, tiyatro, opera seyreden başka hobileri olan bir gruba mensuptur onlar. B sınıfı ortalarda bir yerdedir. Bir kısmı seyredebilir. C sınıfı ise, dizilerin ana hedef kitlesidir. Eğitim ve sosyo-ekonomik olarak buna uygundur. Genelde ev hanımları ya da diğer sosyal alanlara gücü yetmeyen, akşam işten eve yorgun geldiğinde, yemekten sonraki bir iki saatini, TV karşısında dizi seyrederek geçiren işçi ya da küçük memur olan düşük gelirli insanlardır bunlar.”
‘Siyasi çizgi dizilere yön veriyor’
Dizilerde ötekilerin dışlanmasının Türk siyasi çizgisiyle bağlantılı olduğunu ifade eden Gündüz, empati yapılması yerine ötekileştirmenin esas alındığını vurguladı. Öteki olanı aşağılamanın gelenek haline geldiğini ifade eden Gündüz, bazen kötü niyet gözetmeden, sadece reyting için de bu tarz dizilerin yapıldığını aktardı.
Dizi değil, psikolojik savaş ürünü
Dizilerde ötekilerin dışlanması üzerine çalışmalar yapan Kürd yazar Müslüm Yücel ise, bu dışlanmanın son dönemde daha çok tırmandığını savunarak, “İktidar kimdeyse diziler de ona hizmet eden birer kitle afyonu rolünü üstlenir. Tek Türkiye, Şefkat Tepe’de Hükümetin Cemaatle işbirliği halinde yaptığı dizilerdir. Bunlar da psikolojik savaş içindi” dedi.
Bu sorunsalın sadece sinema sektöründe değil, edebiyat, müzik alanlarında da olduğunu hatırlatan Yücel, bu durumun ezen-ezilen ilişkisi olduğunu vurgulayarak, “Dizilerin ilk 12 bölümü belli bir merkezden izlenir. Daha sonra buna devletin tüm mekanizmaları karar verir sonra dizi gelişir. Bu sıkıntı yıllardır var. Türk müziği, sineması ve romanında da durum böyle. Bu ezen ile ezilen arasındaki diyalektik ilişkidir” şeklinde konuştu. Kürdlerin kendi sektörlerinin olması gerektiğini söyleyen Yücel, “Örneğin bir Kürd yazarın kitabı Kürd yayınevinde yayınlanırsa ciddiye alınmaz. Ama ne zaman Türk egemen gücü kabul eder Kürdler de o zaman kabul eder. Kürdlerin kendi tarihlerini, kültürlerini oluşturmaları gerekiyor. Onu oluşturmayan toplumlar başka uluslar tarafından yönetilmeye mahkumdurlar” diye konuştu.Basnews