Evliya Çelebi’nin Gözüyle Kürt ve Kürdistan Tarihi
Önce Evliya Çelebi‘yi tanıyalım.
Miladi 17. asrın en büyük seyyahlarından biri olan Evliyâ Çelebî,aslen Kütahyalı olup İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Seyahatname’sindeki bilgilere göre 10 Muharrem 1020 (1611)’de İstanbul’da Unkapanı semtinde doğmuştur.
Doğum tarihini, eserinin 1. cildinde “…Bu hakîr-i pür-taksîr Evliyâ-yı bî-riyâ ibn Dervîş Mehemmed Zıllî rahm-ı mâderden müştak olup rû-yı arza kadem basdığımız bu Sultân Ahmed Hân’ın zamân-ı saltanatında bin yigirmi Muharremü’l-harâm’ın onuncu günü yevm-i âşûrâda vücûda gelüp…” şeklinde ifade etmiştir. Bu büyük seyyah, padişah ve devlet ricali ile yakından münasebeti olan bir babanın oğlu olmakla beraber ikbal hırsına kapılmamış, akrabalarının ve tanıdıklarının himayesi ile pekâlâ elde edebileceği herhangi bir memuriyete rağbet göstermeden hayatını seyahate, yani her yeri görmek, herkesi tanımak ve her şeyi öğrenme gayesine tahsis etmiş, nev’i şahsına münhasır bir adamdır. Evlenmemiş ve hayatını genç yaşta başladığı seyahatlere adamıştır.Kur’ân-ı Kerim hafızı olup iyi bir eğitim görmüştür. İnalcık, Evliyâ Çelebî’yi “Padişah’ın seyyah bir nedimi ve gezgin bir musahibi”diye tanıtır. Burada bahsedilen padişah IV. Murad’dır. 1 Türkçede “kibar” anlamında kullanılan “çelebî”, asil, necip, zarif, edebli ve okumuş kimseleri anlatmaktadır. XVII. Yüzyılın sonlarında bu kelimenin yerini Rumca olan “Efendi” kelimesi almıştır.
Seyyahımızın vefat yeri ve tarihi hakkında kesin bilgi yoktur. Ölüm tarihi üzerinde duran M. Cavid Baysun, Seyahatnâme’nin X. cildinin sonların-daki bilgilerden hareketle önce bunun 1093 (1682) yılı civarında olabileceğini yaz mış, daha sonra bu bilgiden başka Evliyâ Çelebî’nin muhtemelen II. Viyana Kuşatmasını idrak ettiğini ve 1095 (1684) yılında hayatta bulun-duğunu belirtmiş6 ve bu tarihte ölmüş olabileceğini söylemiştir. Ayrıca Evliyâ Çelebî’nin son seyahat yeri olan Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğüne, mezarının Meyyitzâde kabri civarındaki aile kabristanında bulunduğuna dair iddialar da vardır.Evliyâ Çelebî’nin Seyahatnâme’si, abartılı yanlarına karşın coğrafya, tarih, etnografya, folklor bakımlarından üzerinde durulmaya değer büyük bir eserdir. Eserinde gelenek, görenek, tarih, din, toplum, askeri yapı vs. konuları en geniş şekilde bulmak mümkündür. Gezip gördüğü yerlerin halklarını dinî, siyasi, ictimaî yönleriyle tanıtmaya çalışmıştır. Bir sultan veya vezirden bahsettiği gibi sokakta gördüğü oyun alet ve edevatı dahi anlatmaktan da geri durmamıştır. Bu yönüyle müstesna bir seyyahtır.Melek Ahmed Paşa’nın Evliyâ Çelebî’nin seyahatlerinde önemli bir rolü olmuş, gerek sadâretinde gerekse Özi, Bosna, Rumeli, Van, Diyarbekir vilâyeti beylerbeyliği esnasında yanından ayrılmamış, Anadolu ve Rumeli’de birçok yeri onun sayesinde gezmiş, bu sebeple kendisine “Melek Ahmed Paşalı”denmiştir. Evliyâ, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir..
Evliye Çelebi’nin Kürt Coğrafyası Gezisi
Evliyâ Çelebî, XVII. Yüzyılda Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını dolaşmış bir Türk seyyahtır. Seyahatlerinde gördüklerini ve duyduklarını akıcı bir dille ve tarafsız olarak anlatmıştır. Seyyahımız Asya kıtasının kadim bir milleti olan Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı da baştanbaşa gezmiş, gözlem ve değerlendirmelerini Seyahatname’sine almıştır. Osmanlı ülkesindeki Kürt coğrafyasını diğer Müslüman seyyahlar gibi Kürdistan diye isimlendiren Çelebî, bu ülkenin hemen her vilayetini gezmiştir. Diyarbekir, Bitlis, Van, Malatya, Elazığ, Urfa, Mardin, Erbil, Sincar, İmadiye ve Hakkâri gibi Kürt illerini dolaştığını, bir ifadesinde yedi yıl diğer bir yerde de bu seyahatin on bir yıl olduğunu belirtir. Osmanlıdaki Kürtlerin yaşadığı topraklar için bazen “Kürdistan”, bazen de “Diyar-ı Kürdistan” tabirini kullanan Evliyâ Çelebî, Mısır, Suriye gibi coğrafyalarda kurulmuş olan Eyyubiler için de “Ekradiyyun Devleti” ifadesini kullanır. Kürdistan’ın bir kasaba ya da vilayetinden bahsettiği zaman da “Vilayet-i Kürdistan ya da kasaba-i Kürdistan” der. Mısır’da bir kısım Kürd’ün yaşadığını ve orada bazı meşhur Kürt şahsiyetlerin medfun oldukları yerleri belirtir. Burada Cami-i Ekrad adında bir camiden bahseder. Evliyâ Çelebî, Kürt coğrafyasındaki Yezidî Kürtler hakkında da geniş malumat verir. Onlar için “Saçlı Kürt” ifadesini kullanır ki, bu da Yezidî erkeklerin saçlarını uzatmalarından dolayıdır. Yezidîlerden öldürülenlere dair yer yer rakamlar verir. Onların batıl inançlarından haber verir. Kürtlerin adetlerinden, giyimlerinden, yemek kültürlerinden, yer yer çocukların oynadığı oyunlara kadar, sosyal ve kültürel hayata dair bazı bilgiler aktarır.
Osmanlı Kürdistanı
Sultan Selim’in eliyle 1514’de Osmanlı topraklarına ilhak olunan Kürt coğrafyası, seyyahımızın eserinde önemli yer tutmaktadır. Evliyâ Çelebî Diyarbekir, Van ve Bitlis başta olmak üzere Kürtler ve Kürdistan hakkında önemli malumat vermiştir.10 Bölge hakkında, “Diyar-ı Kürdistan” ifadesini kullanır ve onun için “Büyük memlekettir” der. “Bir ucu Erzurum diyarından Van diyarına, Hakkâri diyarı, Cizre, İmadiye, Musul, Şehrizor, Harir, Erdelan, Bağdad, Derne, Derteng ve Basra’ya varıncaya kadar yetmiş konak yerde bu dili, yani Kürtçe’yi konuşan insanlar bulunur. Irak-ı Arap ile Osmanoğlu arasında bu yüksek dağlar içinde 6 bin adet Kürt aşiret ve kabileleri sağlam bir engel olmazsa Acem kavmi Osmanlı diyarını istila etmeleri çok kolay olurdu” ifadeleriyle bölgenin Osmanlı için önemine değindiği gibi bir manada o dönemdeki Kürdistan coğrafyasının nereleri içine aldığını da belirtmiş olur. Çelebî, adı geçen mıntıkalarda Kürtlerin varlığını sağlam bir kale gibi görmekte ve bunun Osmanlı için önemine işaret etmektedir. Kürtlerin Acem’e karşı duruşlarını da “Bu mıntıkada eli silah tutan Şafiî mezhepli ümmet-i Muhammed vardır” sözleriyle ifade eder. Yine bununla ilgili olarak “…Ve Al-i Osman ile Acem mabeyninde bu Kürdistan Seddi olmasa Al-i Osman huzur edemezdi. Acem, hasm-ı kavi, şeciu fetadır…” sözleriyle Osmanlı karşısında yer alan İran’ın çetin bir düşman olduğunu vurgular. Bu sebeple Osmanlı açısından Kürtlere ve Kürdistan coğrafyasına önem atfeder. Bunu da Osmanlı devletinin sıhhat ve selameti açısından ele alır. Bu manada Osmanlıyı Sünnî dünyanın hamisi görür ve onlarla Şia’nın hamisi olan Safevîler arasında Kürdistan’ı gayet sağlam bir sed kabul eder.
Seyyahımız, Kürdistan mıntıkasının bir şehir ya da kasabasını tanıtırken, “Vilayeti Kürdistan” ya da “Kasaba-i Kürdistan” der. Bazen bir kasaba ya da kazayı ve yahut bölgedeki herhangi bir yerleşim yerini tanıtırken yine bu ismi kullanmaktan geri durmaz. Mesela, “Kürdistan’da Nusaybin Kalası” der ya da “Kürdistan Hısn-ı Keyfa’sı” şeklinde bir ifade kullanır. Bazen de “Kürdistan halkı” ifadesine yer verir.Çelebî, Kürdistan mıntıkasını ne kadar gezip dolaştığı hususunda farklı rakamlar verir. Bu konudaki ifadeleri şu şekildedir: “Kürdistan’ı yedi yıl dolaştım. Ayne’l-yakin hasıl ettiğimiz mertebe tahrir etsek bir mücelled kitab olur.” Bir başka ifadesinde de, “Bu Kürt memleketlerinde on bir sene seyahat ettim” demiştir Görüldüğü üzere o, Kürdistan’a geniş çaplı geziler gerçekleştirmiş bir gezgindir.
Diyarbekir’in Yeri Başka !
Diyarbekir Vilayeti ,Evliyây-ı Seyyah, bölgedeki gezileriyle ilgili olarak en çok Diyarbekir ve çevresi hakkında bilgi vermiştir. O, Diyarbekir’i tanıtırken “…Geniş vilayeti ma’mûr, ovaları güzel ve amber kokulu toprağı insanlar arasında rağbet gören, mezraları bol, hayrat ve bereketleri çok bir bayındır şehirdir.” der.Şehr-i kadîm Diyarbekir’de 1655-1656’da bulunmuştur. Çelebî, Diyarbekir’e girdiği sırada şehre yakın bir yerde Diyarbekir’in bütün seçkinlerinin kendisini karşıladığını belirtir. Bu karşılamayla ilgili olarak “…Seçkinler, ol kadar sükkerî, hulviyyât ve katr-ı nebât eşribeler getirdiler kim, diller ile tabir olunmaz.” diyerek ona yaptıkları ikramlardan da bahseder.Evliyâ, Diyarbekir beylerbeyi Melek Ahmed Paşa’nın yanında uzun bir süre kalmıştır. Bu dönemde Diyarbekir on dokuz sancak olup sekizi Kürt beylerine aittir. Çelebî’ye göre onlar asla atama ve görevden alınmayı kabul etmezlerdi. Adı geçen beylerin biri ölünce beylik oğulları veya akrabalarından birine verilirdi. Halk Kürt, Türkmen, Arap ve Acem gibi unsurlardan meydana gelmiştir. Reayası ve berayâsı Ermenî olduğundan dolayı Ermenî diyarı da sayılır.Evliyâ Çelebî, Diyarbekir’de Müslüman Kürt halkının Şafiî mezhebinden olduğunu, bunun yanında Hanefilerin de bulunduğunu belirtir. Şehri gezdiği dönemde burada sekiz medrese bulunmaktadır.
Bunların her biri belirli İslami ilimlerde uzmanlaşmış medreselerdir. Seyyahımız bu medreselerin isimlerini de zikreder.Seyyahımız Diyarbekir kadınından da bahsetmiştir. Bu konuda şöyle söyler: “Hepsi beyaz çarşafa bürünüp yüzlerinde örtü, başlarında sivri altun ve gümüş takke giyip ayaklarına da elbette çizme giyerler. Burası bakire diyarı olduğundan, temiz bakireleri de çarşaf giyip altın ve süse boğulmuşlardır. Kadınları arasında Râbia-yı Adeviyye düzeyinde son derece namuslu, dindar ve güzellik sahibi olanları vardır. Çarşı ve pazarda yaşlı cadaloz bir kadın bile yoktur. Sokaklarda küçük bir kız çocuğu görseler babasını cezalandırırlar. Diyarbekir, bu derece ırz ehlidir.”Bu sözleriyle Çelebî, Diyarbekir ahalisinin namus ve kadın anlayışını dinle irtibatlandırmıştır. Ayrıca onların giyim kuşamlarından bahsetmiş ve beyaz çarşaf giydiklerini, yüzlerini ise beyaz bir tül ile örttüklerini belirtmiştir.
Diyarbekir’in Meyyâfarikin, yeni adıyla Silvan kazasını tanıtırken, “Suyu ve havası tatlı olup Kürt güzelleri meşhurdur.” der.Diyarbekir erkekleri için de “Hepsi şuh, şengül, şakrak, nedim, neşeli, zarif, nükteci ve anlayışlı olan adamları vardır. Her biri heybet, sağlamlık ve cesurlukta Rüstem gibi olan erkekleri vardır.” ifadelerini kullanır.Çelebî’ye göre Diyarbekir’in önemli bir özelliği de, şiddetin yoğun olduğu bir mekân olmasıdır. Ona göre Diyarbekir, “Kürt ve Türkmen bölgesi olduğundan dağ, bağ, tepe, uzak ve yakın yerlerinde halkı savaşmaktan ve kavga etmekten eksik kalmaz. Bu nedenle yetkin, usta cerrahları eksik kalmaz.” Burada cerrahlığın gelişmesini kavga ve savaşın çokluğuna bağlaması, dikkati çeken bir yaklaşım olarak gözükmektedir.Şehirde Yezidî varlığına da rastlanmaktadır. Kara Mustafa Paşa Sincar’da esir aldığı çok sayıda Yezidî kadın ve kızı esir edip Diyarbekir’e getirmiştir.
Melek Paşa’nın ise Diyarbekir çevresindeki Yezidîlere karşı savaştığı bilinmektedir.Diyarbekir, Türkler ve Kürtlerin karışık yaşadığı bir şehirdir.Halkı mü’min, muvahhid, temiz inançlı dindar adamlardır.Seyyahımız Diyarbekir’deki Kürtler arasında ilim ve ulemaya dair de şunları söyler: “Fakat Kürtler, “hıfz ilmine çalışan fazıl olamaz” diye hıfz ilmine fazla eğilmezler. Fakat tecvid ilmini öğrenirler. Amma Kürdistân olmağile Arabistan gibi hâfız-ı Kur’ân’ı çok değildir. Zîrâ “ilm-i hıfza mukayyed olan fâzıl olamaz” dey ü ilm-i hıfza takayyüd etmezler. Lâkin ilm-i tecvîd görülüp kıraati üzre ve kıraat-i Ebû Ömer üzre râvîleriyle mahâric-i hurûfa ri’âyet ederler.”
Bingöl Gezisi
Seyyahımızın Kürdistan’da gezdiği yerlerden biri de Bingöl ve çevresidir. Bu mıntıkada Haltî, Çevkanî, Yezidî, Zaza, Zebari, Lolo, Şakakî, İzolî, Biseyanî, Mudikî ve Giygî gibi Kürt aşiretleri yaşamaktadır. Genç ilçesinde Yezidî Kürtleri ve Ermenîler de yaşmaktadır. Bingöl’ün Genç kazası bu dönemde alimlerinin çokluğuyla meşhurdur.
BKZ :Bingöl Kürtleri
Kürdistan’ın Şehri Bitlis’te Satranç
Bitlis şehrini gezen Çelebî, burası için “Gerçi Kürt memleketidir.”der. Yine Bitlis’ten bahsederken, “Kürdistan’ın Bitlis şehri” ifadesini kullanır.Şehir merkezindeki pazarda kitapların satıldığı yerde Kürt ve Türklerin hâkim olduğunu bildirir.Bitlis’te bazı Kürtlerin eşkiyalık yaptığını söyler.Bitlis’teki Kürtler arasında satrancın meşhur olduğunu kaydeder. Bu konuda şöyle der: “Şafiî mezhebinde mübahtır ve akıl oyunudur.” diye birbirlerini zorlarlar ve birbirlerine takılırlar. Camide oynarlar ve satrançtan vaz geçip tekrar derse koyulurlar. Bir defasında satranç yüzünden kavga çıkmış, birbirlerini hançer ile parça parça etmişlerdir. Zira Kürt alimleri ve müftüleri de elbette hançer ile gezerler. Küçüğü büyüğü genci ve yaşlısı cesurdurlar ve musallidirler ki, binlerce adamı asla camiden çıkmazlar.”
Çelebî’nin ifade ettiğine göre Bitlis’te Kürt uleması meşhurdur.Bitlisli hanımlar hakkında, “Onları çarşıda görmediğimizden malumumuz değildir. Ancak Râbia-yı Adeviyye mertebesinde perde ehli, dindar ve güzel yüzlü kadınlarını kendileri överler. Gerçekten de kapalıdırlar.”şeklinde sözlere yer verir. Ayrıca onların çarşıda dolaşmalarına izin verilmediği ve buna teşebbüs edenlerin katl ile cezalandırıldığı ifade edilmiştir.Evliyâ Çelebî, günümüzde Bitlis’in bir kazası olan Tatvan’ı da ziyaret etmiş fakat bu kaza her ne kadar tabiat olarak güzel bir yer ise de burada dikkati çekecek bir nüfusun yaşamaması nedeniyle Evliyâ Çelebî bahsedecek fazla bir şey bulamamıştır.
Gariplerin Dostu Malatya!
Gezginimiz Malatya’yı da gezmiştir. Malatya Kürtlerinden bahsederken onları “Muvahhid Şafiîler” diye tanıtır. Bunlar İzolî aşireti Kürtleridir. Kürtler Malatya’ya “Maratıya” derlermiş. Bu dönemde Malatya’da “Kürtler mahallesi” adında bir mahallenin varlığından bahseder.Yine şehirde Kürtler Mescidi isminde bir de mescidin olduğunu söyler.Kadın ve erkeklerinden bahsederken, “Malatya dağlık Kürt bölgesi olduğundan dilberleri meşhur değildir” der. Bu kadınlardan zengin tabakaya mensup olanların ferace,fakir kadınların beyaz car, izar ve burka giydikleri bilinmektedir.Malatya’da bu dönemde Kürtçe ve Türkçe konuşulmaktadır.İnsanları cesur ve yiğit olup mü’min, muvahhid, pak inançlı Şafiî ve Hanefî mezhebindendirler. Halkı gariplerin dostudur, nimetleri bol ve yoksulları seven insanlardır. Nakşibendi tarikatına mensup adamları vardır. Yine Malatya’ya bağlı İzolî köyünden bahsederken de “Bütün halkı hırsız, harami ve yol kesici İzolî Kürtleridir.” der. Malatya Divriği kazasında Türkmen, Kürd ve Ermenîlerin yaşadığını, Malatya’ya komşu şehir Harput’un cümle reayasının Kürd ve Ermenî olduğunu söyler.
BKZ: Malatya Kürtleri
Kürdistan’ın Van Diyarı
Evliyâ Çelebî Kürdistan’ın tabiat cihetiyle güzel şehirlerinden olan Van’ı da gezmiştir. Van’dan bahsederken “Kürdistan’ın Van diyarı” ifadesini kullanır. Van’daki Kürt Pinyanişî aşiretini anlatırken, “fakir safdil Kürtler” tabirini kullanır. Bunun sebebini ise “Kürtlerin Halep Beyi, İpşir Mustafa Paşa’ya kanıp Acemlere saldırmaları” olarak izah eder. Çelebî, yine Pinyanişîleri tanıtırken “Aklı gözünde, sadıklık özünde, kılıç belinde, hançer elinde, ateş parçası adamlardır ve gayet zengindirler, hile ve aldatmadan uzaktırlar.”ifadelerine yer verir. Çelebî’ye, Van’a bağlı Davdan köyünü ziyaret ettiği sırada bir Kürt yemeği olan Pohin ikram edilir.
(Tatlı çeşidi olan Pohin günümüzde Türkçü kesimler “kadim Türk tatlısı olarak belirtirler.Oysa Pohin bir Kürt yemeğidir.”)
Gezginimiz bu yemeğin gerçekten lezzetli olduğunu söyler ve süt, mısır ve tereyağından yapılan bir yemek olduğunu belirtir. Kürtlerin soğanı çok sevdiğini söyler ve bununla ilgili olarak şu fıkrayı anlatır: Bir Kürde sormuşlar, “Sen padişah olsaydın ne yerdin?” Kürdün verdiği cevap, “Soğanın cücüğünü yerdim.” şeklinde olmuştur.Van civarında karşılaştığı Pinyanişî aşiretinin çocuklarına dair bir eğlenceyi anlatır. Şöyle ki: Doksan-yüz kadar çocuk kavak ağaçlarına tırmanır ve ağaç bu çocukların yüküne dayanamayıp yan yatar. Bu sırada ufak olanlar kendilerini ağaçtan atınca, ağaç üzerinde kırk elli kadar çocuk kalır ve derken onlar da kendilerini atınca ağaç havaya kalkar ve sağa sola sallanmaya başlar, bunu seyreden çocuklar tekerlemeler söylerler. Seyyahımız bu manzara karşısında duygularını “Bunların cüretine hayranım.” sözleriyle ifade etmiştir. Onları gayet yetişkin, yürekli ve akıllı çocuklar olarak tanıtır. Van’ın kadınlarından bahsederken “Allah biliyor ki buradaki kadınların yüzünü görmüş değilim. Ancak güvenilir dostlarımızın anlattığına göre hepsi güzel yüzlü ve endamlıdır. Hiçbirisi de evinden dışarı çıkmış değildir.
BKZ: Van Kürtleri
Erzurum
”Evliyâ Çelebî’nin Erzurum’u ziyareti, 1646 yılında Erzurum valisi ve baş komutan olan Defterzâde Mehmed Paşa’nın yanına gümrük katibi ve baş müezzin olarak atanmasıyla başlar. Büyük gezgin, Kuzey Anadolu yoluyla Kemah ve Erzincan’dan geçerek Erzurum’a varır. Erzurum’da Kürtlere komşu olarak Türkmen ve Ermenîlerden bahseder. Bu bölgenin Kürtleri Mahmudî aşiretine mensupturlar. Bu dönemde Mahmudî Kürtlerinin yanı sıra Şuşık Kürtlerinin ikamet ettiklerini görmekteyiz. Erzurum iline bağlı Hınıs, o dönemde Mahmudî Kürd aşiretinin yoğun şekilde oturduğu bir merkezdir ve Hınıs, Kürt nüfusunun yoğunluğuyla tanınmıştır.
Erzurum ile daha fazlası için Erzurum Kürtleri çalışmamıza göz atabilirsiniz
Mardin
Mardin’i gezen seyyahımız burada yaşayan Kürtlerin bir kısmının Aşdî ve Şakakî Kürtleri olduğunu belirtir.
Mardin ile daha fazlası için Mardin Kürtleri
Urfa
Urfa seyyahımızın gezdiği şehirler arasında yer alıp burada Kürt ulemanın çok olduğu ifade edilmiştir. Bu dönemde Urfa’nın Suruç kazasında Dinay, Berazî, Kuh-Binik ve Cum Kürtleri oturmaktadırlar. Urfa merkezde Ermenîler, Türkmenler ve Kürtler beraber yaşamaktadırlar. BKZ: Urfa Kürtleri
Sincar Yezidîleri
Çelebî , Kürtlerin çok yoğun şekilde yaşadıkları bir yer olan Kuzey Irak’ta yer alan Sincar’ı da gezmiştir. Sincar için “İblis’in yeryüzünde ayak bastığı yer” der. Bundan dolayı da Sincar Kürtleri hakkında kötü konuşur. Sincar’da bulunan Sin kayasını Kürt yaşlılarının gezip dinlendiği bir yer olarak tanıtır. Yine Sincar kalesinde Kürtlerin yoğun şekilde yaşadığını söyler. Sincar’ınYezidî Kürt nüfusunun ise 45 bin civarında olduğunu haber verir ve haklarında, “…vahşi, yabani, isyankâr, gulyabani tüylü dinsiz Yezidîler…” şeklinde ifade ler kullanır. Başka bir yerde de “Bu kâfirlerin hepsi siyah köpeğe taparlar, bağlarında sulu üzüm çok olduğundan hepsi içki içer.” deyip onlara karşı hoş olmayan düşüncelerini açık şekilde dile getirir.Çelebî , eserinde Yezidî Kürtlere dair geniş malumat vermiştir. Anlattığına göre Sadrazam Kara Mustafa Paşa Sincar’da 13 bin Yezidî’yi katletmiş, bir kısım Yezidî kadın ve kızlarını esir edip Diyarbekir’e götürmüştür. O, Yezidîlerin köpeğe taptıklarını söyler ve “İmadiye Kürtleri bu Yezidî Kürtleri görse katlederler.” der.Onların Sincar’dan başka Musul civarında da yaşamakta olduklarını belirtir. Onlar için yer yer “Yezidî Ekradı” ifadesini kullanır. Haklarında şunu söyler: “Bir Müselmanı katletmeğe fursat ararlar. Şayet yüzlerine karşı Şeytan’a, Yezid’e ve kara köpeğe lanet etsen ol aman u zaman vermeyüp ademi katlederler. Cümle tüfekendazdırlar kim, serçeyi kurşunla gözünden ururlar. ‘Atamız şu kadar Hüseynî katletti’ deyu tefahur kesb ederler.”Ayrıca Yezidîliğin kurucusu olarak kabul edilen Şeyh Hadi hakkında geniş malumat verir, fakat bir hata olarak onu sahabeden sayar. Yezidîlerden bahsederken “saçlı Kürt” ifadesini kullanır ki, bu da onların bugün olduğu gibi saç ve sakallarını uzatmasındandır. Görüldüğü üzere yeri gelince Kürt halkının güzel vasıflarını överken yeri geldiğinde de kötü gördüğü yönlerini yermekten geri durmamıştır.
İran Kürtleri
Seyyahımız Kürtlerin adı geçen coğrafyalarda diğer kavimlerle bareber, yan yana yaşadıklarını özellikle belirtmiştir. Mesela “Hemedan bölgesinde KürtlerleTürkmenler birlikte yaşarlardı.”der. Kazvin’de Kürt Arap ve Acem birlikte yaşardı. Kürtlerin Türkmenlerle beraber eşkiyalık yaptığını söylemiştir. Mesela İran’ın Kum şehri bu işin yapıldığı yerlerden biriydi. Rey şehrinde de Kürtlerle Arapların eşkıyalık yaptığını anlatır. “Bu şehirde yollar dar yapılmış ki, eşkiyalar rahat hareket etmesinler.” şeklinde bir açıklama da yapmıştır. Eşkiya Kürtleri anlatırken Erçiş’te bu işle uğraşan yedi Kürd’ün kellesinin kesildiğini haber verir. Bazen eşkiyalık yapan Kürtler için, “Kürd haramileri” ifadesini kullanır.
Daha fazlası için İran Kürtleri
Anadolu’da Kürtler
Kürtlerin, Kürdistan coğrafyası dışında Batı Anadolu’da bazı yerleri yurt edindiğini dile getirir. Aydın’ın Söke kazası bunlardan biridir. Burada bir Kürt köyünün olduğunu söyler. Bununla ilgili olarak, “Bu köyün cümle ahalisi Soran Kürtleridir. Asla Türkçe kelimat etmeyüp lisan-ı Kürdî tekellüm ederler.” ifadelerini kullanır.
Halep
Seyyahımız Halep’te de Kürt nüfusun olduğunu, burada Arap, Türk ve Kürtlerin bir arada yaşadığını bildirir.
Kürt Dili
Kürt dilinden de bahsetmiştir. Meyyafarikin(Silvan)’i anlatırken Kürd dili hakkında şunları söyler: “Kürd dili Hz. Nuh ümmetinden Melik Kürdim’den kalmıştır. Ama Kürtlerin yaşadığı yerler dağlık, taşlık ve uçsuz bucaksız ovalar olduğundan 12 Kürt dili vardır. Bunların hepsinin özel kelimeleri olup lehçeleri farklıdır. ” Ona göre Musul Kürtlerinin hepsi Kürtçe’nin her türlüsünü bilirler.Çelebî’ye göre Kürdistan coğrafyasında yaşayan Türkmenler, Kürtçe’yi bilmektedirler. Mesela Hemedan Türkmenleri bu şekildedir.Çelebî, bazen Kürtçe kavramlara da yer verir. Örneğin kaplıca kelimesinin Kürt dilinde “çermik” olduğunu söyler. Bu vesileyle Çermik ılıcasını sık sık zikreder.
Kürtlerin giyim-kuşamından bahseden Çelebî, bütün Kürdistan halkının şal ve şapık giydiğini ifade eder.
Kürtlerin Çoğu Şafii
Çelebî, Kürtlerin mezhepsel yapılarından da haber vermiştir. Onların Şafiî mezhebine mensup olduklarını özellikle belirtir. O dönemde Kazvin’de yaşayan Kürtlerin Şafiî olduklarını, Kum şehrine Soran Kürtlerine mensup öğrencilerin ilim öğrenmek için geldiğini ve onların Şafiî olduğunu bildirir.Bununla ilgili olarak “Kürdistan halkı Şafiî mezhebinden olduğu için Şafiî müftüsü meşhurdur.”der. Bu dönemde âlimlerinin çokluğuyla dikkat çeken şehrin Cizre olduğunu belirtir.
Çelebî, Kürtlerin tarihte oynadıkları roller hakkında başka kaynaklarda olmayan bilgiler vermiştir. Mesela Kürdistan’da Nusaybin Kalası’ndan huruc eden Buhtunnasr’ın, Filistin’de Yahudileri katlettiğini anlatır.Onu Kürt olarak tanıtıp “Buhtunnasır-ı Kürdî” der. Yine önemli bir tarihi malumat olarak Kerbela olayında Kürtlerin de yer aldığını, Kürtlerden Sincarî, Zıbarî, Halitî, Çekvânî, Celovî, Bapirî, Yezidî, Pesanî, Dasnî ve Cerdekilî aşiretlerinden kadar kişinin Ubeydullah b. Ziyad komutasında Şam’dan Irak’a geldiğini ve Kerbela’da Hz. Hüseyin’e karşı savaştıklarını belirtir.Abbasiler döneminde Kürdistan’da Abbasoğullarından Sultan Evhadullah oğlu Sinan’ın Diyarbekir’i yedi ay kuşattıktan sonra yedi şartla teslim aldığını, bu sultan ve onun soyundan gelenlerin Diyarbekir’e hâkim olduğunu kaydeder.
Mısır’da Kürtler
Çelebî , eserinde devletlerin önemli kademelerinde görev yapmış Kürt şahsiyetlerden de bahsetmektedir. Mesela meşhur Abbasî halifesi Me’mun’un vezirliğini yapmış ve 205/820 senesinde ölmüş olan Abdullah b. Tahir’in Kürt olduğunu söyler. Şeyh Sinan Efendi isimli kişinin Mısır’da yaşamış olan Soran Kürtlerinden olduğunu ve zamanın meşhur uleması arasında yer aldığını ifade eder.
Bu zatın Mısır’da Kürdî mahallesinde medfun olduğunu belirtir. Ayrıca Mısır’da Cami-i Ekrad adında bir camiden de bahseder.Evliyâ Çelebî, eserinde “Ekradiyyûn Devleti” tabirini kullanır ve bunların Mısır Eyyubileri olduğunu söyler. Mısır’da kaldığı on yıl içerisinde gördüğü meşhur Kürt şahsiyetlerin türbelerinden ve bunların tarihteki rollerinden bahseder.
Seyyahımız, Kürdistan bölgesinin Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girmesinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Kürtlere yurtluk ve ocaklık ihsan ettiğini anlatır. Ayrıca “Ekrad Padişahları” tabirini kullanarak Kürd idarecilere sultan/padişah nazarıyla bakmıştır.
Genel Değerlendirme
Evliyâ Çelebî, yaşadığı dönemde Kürtlerin yaşadığı bölgeleri baştan başa gezmiştir. Kürtleri din, dil, tarih ve kültürleriyle tanıtmaya çalışmış ve haklarında edindiği bilgilere eserinde detaylı şekilde yer vermiştir. Aktarılan malumat içerisinde dikkati çeken en önemli husus, bu dönemde gerek Müslüman ve gerekse diğer dinlerden olsun çeşitli kavimlerin bir arada sulh içinde yaşadıklarıdır. Özellikle Kürt, Türkmen, Arap ve Ermenîlerin bir arada yaşamanın güzel bir örneğini sergilediklerini, gezginimizin kayıtlarında açık şekilde görmekteyiz.Seyyahımız, Kürdistan bölgesi şehirlerinden en çok Diyarbekir’den bahsetmiştir. Bunun yanında Bingöl, Bitlis, Malatya, Van, Erzurum, Mardin, Urfa ve Sincar’ı da gezmiş ve bu yerlere dair malumatlar vermiştir. İran Kürtlerinden bahsetmiş, Halep’te Kürtlerin varlığına işaret etmiştir. Kürtlerin mezheplerinden bahsederken Şafii olduklarını özellikle belirtmiştir. Kürtler arasında Yezidî olanların bulunduğunu, bunların Sincar’da olduklarını haber vermiş ve bazılarının Diyarbekir’e kadar getirildiğini söylemiştir. Ayrıca onların yaşam tarzına dair bazı bilgiler de vermiştir. Çelebî, az da olsa Kürt dili ve kültüründen de bahsetmiştir. Kürtler arasında farklı lehçelerin kullanıldığını, bu sebeple birbirlerini zor anladıklarını belirtmiştir. Kürtler arasında konuşulan lehçelerin çokluğuna dair abartılı rakamlar vermiştir. Cizre gibi fasih Kürtçe konuşan mıntıkaların da olduğunu belirtmiştir. Çelebî, İslami dönem Kürt tarihine dair bazı kıymetli bilgiler vermiştir. İslam tarihinde önemli yer tutan Kerbela hadisesinde yer almış olan aşiret isimlerini birer birer saymıştır. Sonuç olarak Çelebî, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri Kürdistan şeklinde bir isimlendirmeye tabi tutmuştur. Kullandığı bu ifadenin hangi şehir ve kasabaları içerdiğini de belirtmiştir. Bununla beraber o günün Kürdistan bölgesi içinde yer almayan fakat Kürtlerin yaşadığı herhangi bir mıntıka ve şehri ziyareti sırasında da onlardan bahsetmeyi ihmal etmemiştir.
Doç.Dr. Mehmet Akbaş Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
İletişim:makbas72@hotmail.com
Kaynakça
Acar, Abdurrahman, “Evliyâ Çelebî Seyahatnamesinde Kürt Kadını”, Uluslararası Kürt Kadın Kongresi, 1-5 Ekim 2009, Hakkari, Hakkari Üniversitesi Yayınları, 2011
Aristova, T.F., Kürtlerin Maddi Kültürü, Avesta Yayınları, çev. İbrahim Kale-Arif Karabağ, İstanbul 2002
Baysun, M. Cavid, “Evliyâ Çelebî ”,İA, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, t.y., IV/407
Ejder Okumuş, “Evliyâ Çelebî Seyahatnamesinde Diyarbakır”, e-Şark iyat İlmi Araştırmalar Dergisi-www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633, sayı: VII, Nisan 2012, s. 19
Bruinessen, Marin Van-Boeschon, Hendrik, Evliyâ Çelebî Diyarbekir’de, çev. Tansel Güney, İletişim Yayınları, İstanbul 2003.
Eren, Hasan, “Evliyâ Çelebî ve Anadolu Ağızları”, Bilimsel Bildiriler, TDK Yayınları, 1972.
Evliyâ Çelebî, Seyahatnâme, I-X, Hazırlayanlar: Robert Dankof-Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006.
Gemici, Nurettin, “Evliyâ Çelebî’nin Seyahatnâmesi Işığında Çok Kültürlü ve Dinli Hayatın Merkezinde İstanbul”,İstanbul Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, İstanbul 2011, sayı: 24.
İlgürel, Mücteba, “Evliyâ Çelebî”, DİA, XI, İstanbul 1995, ss. 529-533.
Komisyon, el-Mevsuatu’l-müyessere fi edyan ve’l-mezahip ve’l-ahzab el-muasıra,I-II, thk. Mani’ b. Hammad el-Cühenî, Daru’n-Nedve el-İlmiyye, Beyrut, t.y
Köhler, Wilhem, Evliyâ Çelebî Seyahatnâmesi’nde Bitlis ve Halkı, çev. Haydar Işık, Alan Yayınları, İstanbul 1989.